SERFİCE
Her şey ipek iple, iki kat, ince bir dikişle dikilmişti, sonra Petroviç her dikişin üzerinden dişleriyle eğri yerleri düzeltti. Hangi gün olduğunu söylemek zor olsa da Petroviç’ in nihayet paltoyu teslim ettiği gün, herhalde Akakiyeviç’ in hayatının en mutlu günüydü…paltoyu sararak getirdiği örtünün içinden çıkardı; mendili az önce çamaşırcıdan aldığı için tertemizdi, daha sonra kullanmak için onu kıvırarak tekrar cebine koydu. Paltoyu iki elinde tutup gururla bakan Petroviç çevik bir hareketle onu Akakiyeviç’ in omuzlarına attı; sonra aşağı çekerek arkadan yerine oturttu; sonra iliklemeden sadece öylece baktı. Tecrübeli bir adam olan Akakiyeviç kollarını yoklamak istedi; Petroviç kollarını geçirmesine yardım etti, her şey olması gerektiği gibiydi. Palto üzerine tam geldi…
Gogol/ Bir Delinin Hatıra Defteri
Kültürümüze baktığımızda çok katmanlı bir tarih ve çeşitli geleneklerden oluştuğunu görebiliriz. Büyüyen ve gelişen şehirle birlikte geleneklerimiz de bu değişime ayak uydurmak durumunda. Öyle ki geçmişte oluşan gelenekler de günümüze gelene kadar canlı kalabilmek adına değişime ayak uydurdular. Bu anlamda aslında geleneği statik ve sıkıcı görmek yanlış olur.
Terzilik de bu gelenekler arasında sayabileceğimiz mesleklerden. Giyim ve modayı sadece el işçiliği üzerinden anlamaya çalışmak, tek bir perspektifte yorumlamak biraz yüzeysel kalabilir. Moda çoğunlukla geçmişten ilham alır ve geçmişin malzemelerine, şekillerine bakarak bize aynı zamanda nostaljiyi yaşatır. Buradan baktığımızda modanın duygusal yanını anlamaya çalışmak onu daha anlamlı kılar.
Uzun yıllar çeşitli gelişmelerle birlikte kendini canlı tutmaya çalışan terzilik mesleği günümüze gelinceye kadar ulaşılabilirliğini hala korumuş mesleklerden biri. Her gelen yenilik terzilik tanımını değiştirse de özünde hissettirdiği; her yaşanan duygunun, ortaya çıkan işin o ana özgü olmasıydı. Kişiye kendini değerli hissettiren, dükkanda yaşadığı deneyim, orada geçirdiği vakit ve ilgilenen kişiyle ettiği sohbetti. Sadece dükkan değil aynı zamanda insanların anılarına yıllarca eşlik eden bir yol arkadaşı olan kıyafetlerin oluşmasına şahitlik etmekti.
Terziler için de kıyafeti oluştururken geçirdikleri süreç, onu üretirken yaşananlar; aynı zamanda kişi için öğrenme sürecini de beraberinde getiriyor. Her seferinde alınan riskler, yapılan hatalar ortaya çıkan işin benzersiz olması ne kadar özel, ne kadar kıymetli. 19. yüzyıl ve takip eden zamanlarda,dönemin en önemli tasarımcı olan Worth (1825- 1895) bu değerin farkına varmış olacak ki terziliğin tanımını değiştirerek onu yüksek seviyelere çıkardı ve modaya yeni bir bakış açısı kazandırdı.
İlk moda evinin kurucusu olan Worth, gelişen ticaret, bankacılık ve sanayi sistemiyle birlikte modanın da bir sisteme oturtulması düşüncesiyle terziliğin bir endüstriye dönüşmesinde önemli rol oynadı. Öncesinde çalıştığı çeşitli mağazalarda aksesuar ve kumaş bölümlerinde çalışan, satış asistanlığı yapan ve daha sonrasında kumaş kıvrımları üzerine staj yapan Worth, tasarım yeteneğini karısına hazırladığı kıyafetlerde göstermeye başlamıştı. Devam eden zamanda müşteriyle olan samimi ilişkisi ve incelikli zevkiyle Avrupa ve Amerika’ da yüksek sosyete ve zengin elitlere hitap etmeye başlamış ve kısa sürede modanın belirleyicisi haline gelmişti. Normalde terzilerin müşteriye gittiği ve müşterinin istediği kıyafeti dikme işlemini değiştiren Worth, kendine tam tersi bir sistem oluşturmuştu. Müşteriler terziye geliyor ve terzi kendi istediği tasarımları müşteriye giydiriyordu. Worth’ ün bu yükselişi beraberinde terziler arasında rekabeti de beraberinde getirmişti. Giyilen kıyafetlerin hangi kumaştan yapıldığı kadar artık hangi terzinin elinden çıktığı da önemliydi. Kıyafetlerin üzerine imzalarını attıkları şöhretli isimlere dönüşen terziler, 1860’ların ortasına gelindiğinde ya basılan ya da şerit kumaşlara dokunan etiketleriyle günümüz moda sektöründeki markalaşmanın atası olarak kabul edebiliriz.
Biraz Uzatalım
Moda dünyası ile ilgili her şey, her yeni jenerasyonla birlikte tüketim şeklimizi de etkiledi. Tabi ki tamamen alışkanlıklarımızı, yaşadığımız çağın gerekliliklerini yadsıyamayız. Moda dünyasının bize sunduğu, aslında zaman açısından kolaylık sağlayan bu dönüşüm el emeği ürünleri unutturmaya başladı bize.
Hızlı moda ilk defa bu dönem yaşanmıyor aslında, hızlı bir biçimde büyüyor ve şekil değiştiriyor. 1829’ da pedalla çalışan dikiş makinesinin icadıyla başlayan seri üretim, aslında işçi sınıfında yer alan erkek giyim ve askeri üniformaları üretmek için dikilen parçalarla ilk adımlarını attı. Parçalar kesilip ayrı gruplar haline getiriliyor ve tamamlanmak üzere makinecilerin evlerine gönderiliyordu. Daha sonra zaman kazanmak, teslimat ve geri alma maliyetlerini düşürmek ve kalitenin sürekliliğini sağlamak için ev dışında çalışmaya gönüllü olan makineciler, fabrikada bir araya getirildiler. Bununla birlikte Amerikan mucit Isaac Singer’ in 1859'da dikiş makinesini pazara sunmasıyla, dikiş makinesi çok daha önemli bir rol oynamaya başladı. Singer dikiş makinesinin bu kadar tutulmasındaki sebeplerse Singer’ den önce üretilen makinelerin çok büyük, ağır ve tamirinin zor olmasıydı. Singer’ in dikiş makinelerini seri üretimle piyasaya sunması, kullandığı satış tekniği ve taksitli satış seçeneğiyle birlikte yükselişe geçen dikiş makineleri, piyasada kalıcı bir yer ediniyordu.
'Her Genç Kızın Rüyası'
Şu an tek bir isimden bahsetsek de aslında birçok mucit dikiş makinesini geliştirmeye çalışıyordu ve patent alma yarışı içindeydi. Dikiş makinesi aynı dönemlerde sadece fabrikalar için üretilmiyordu. Ev tipi makineler üzerinde de çalışılıyordu. 1859 yılında Singer' in mobilyalı dikiş makinesi üretmesiyle başka bir boyuta geçen dikiş makinesi kadınların beğenisini kazanmıştı. Her dönemin modasına uygun şekilde tasarlanan bu mobilyalı dikiş makineleri artık bir evin olmazsa olmazıydı.
Dikiş makinelerinde pedallı tasarımlara alternatif olarak geliştirilen elektrikli dikiş makinelerinin 1921’de piyasaya sürülmesi ile birlikte kadınların büyük kurtarıcısı oldu. Estetik ve öncekilere nazaran daha hafif tasarımıyla herkesin beğenisini kazanmıştı. Haftalarca elde dikilen, saatler alan bu yorucu mesai artık sona ermişti.
Fabrikalarda da sanayi tipi elektrikli dikiş makinelerinin kullanılmasıyla giyimdeki üretim arttı ve büyük mağazaların aynı ürün serilerini aynı anda ülkenin tamamında bulundurabilmelerini sağladı. 1.Dünya Savaşı (1914- 1918) bittikten sonra üniforma dikilen fabrikalar sivil giyime ağırlık vererek hazır giyim sektörünü oluşturmaya ve tüketici modasına doğru ilerlemeye başlamıştı. İşlerin hepsinin aynı olması ve mükemmel olmaları o kadar büyük bir yenilikti ki ‘ev yapımı’ söylemi ilk defa küçültücü bir söylem haline gelmeye başladı. Değişime baktığımızda bu durum en çok kadınların işine gelmişti. Saatler, bazen de günler alan dikim işi kadınların biraz rahatlamasını, nefes almasını sağlamıştı. Seri üretimle birlikte ulaşılabilir olmak adına kurulan mağazalar zamanı ve/veya parası olmayan kadınlar için bir fırsat yaratmıştı. Moda evlerinin seri üretime nazaran biraz daha pahalı olması da bu duruma etkendi. Podyumlarda boy gösteren kıyafetlerin üretim haklarını ve ucuz kumaştan yapılmış versiyonlarını tasarımcılardan satın alan mağazalar, yasal bir biçimde daha ekonomik ve modayı yakalayan bir tablo çiziyordu. Ve seri üretimin doğal bir sonucu olarak beraberinde seri tüketimi getirmişti.
Gücü Kendinde
Takip eden dönemlerde özellikle sinema ve müzik sektöründeki gelişmeler kıyafetlerin ön plana çıkması, moda ile ilgili her türlü değişiklik ve düşüncenin insanlara kolaylıkla aktarılmasına etki etmişti. Her gelen yenilikle birlikte moda kavramı değişiyor ve toplumları da birleştiriyordu. Dolayısıyla tüm gelişmeler halk arasında aktarılıyor ve tüketim hız kazanıyordu. Dış dünyayla iletişim halinde olmak insanları ortak bir alanda birleştirmişti. Bunun da önemli etkenlerinden biri moda olmuştu. Giyim modasının yarattığı kitle zamanla toplumlar arasında yeni bir iletişim sağladı. Bu durumu en iyi şu an deneyimlediğimizi düşünüyorum.
Tüketiciye farklı alternatifler sunmanın, modayı güncel tutmanın yükselişe geçmesinin sebeplerinden biri de dünyaca ünlü moda markalarının insanların değişen yaşam tarzına yaklaşma, günü yakalama, kendilerini güncelleme çalışmaları olarak görebiliriz.
60'ların politik olarak çalkantılı olduğu ve gençlerin önceki jenerasyonlara göre isyankar bir duruş sergilediği, hareketli iş hayatı ve sosyal yaşam modacıların yarattığı ciddi silüetle çelişiyordu ve tüketici için birşey ifade etmiyordu. Tüketicinin dikkatini çekmenin yolu da tazelenmekten geçiyordu. Bu anlamda modacılar en çok yeniliğe ve değişikliğe açık olan gençlere ihtiyaç duyuyordu.
Michelle Phillips
The Mamas and the Papas
Sharon Tate
Valley of the Dolls - 67
Brigitte Bardot
Two Weeks in September-67
YSL-1965
Pierre Cardin- 60'lar
Tasarım mı, Ticaret mi?
Yukarıda üstünde durduğumuz gelişmelere baktığımızda giyim aslında teknoloji sayesinde daha ulaşılabilir bir hale geldi. 90’lı yıllardan sonra seri üretimle birlikte gelen, hazır giyimin yarattığı "uğraşmaya gerek yok, hazırı var nasıl olsa" algısı alışkanlıklarımızı değiştirdi. Mesela 1920’lerden 70’lerden bahsettiğimizde, aklımıza o dönemin karakterini anlatan görüntüler geliyor ama günümüze geldikçe bunun kaybolduğuna hepimiz şahit oluyoruz aslında. Evet, her gelen yeniliği çok güzel kucaklayıp hemen adapte oluyoruz ve bunu dijital ortamda bambaşka bir boyutta devam ettiriyoruz. Farkında olarak ya da olmayarak dijital dünyaya o kadar maruz kalıyoruz ki, bunun yoruculuğu bizleri başka dijital olmayan bir şeyleri aramaya yöneltti . Bu bağlamda da eskiye duyulan özlem, hızlı üretime olan tepki ya da fark yaratma isteğinin artmasıyla birlikte, bireyselliğin, özel hissetme arzusunun ön plana çıkmasını, içsel arayışlarımızın bir göstergesi olarak kabul edebiliriz. Bu anlamda modanın kendi içinde yarattığı etki-tepkiyle aslında kendi kaynağını yaratmış olduğunu görüyoruz.
Geçmişten alınan referanslarla birlikte ortaya çıkan ürünün ruhunun, orijinalliğinin ve öyküsünün güncellenerek doğru bir şekilde anlatılması, bizden sonraki jenerasyonlara olumlu duygular bırakabilmenin en gerçek halini sunuyor bir nevi. Markalar da bunun farkına varmış olacak ki eski ve yeni birçok moda evi bu arayışa kulak veren, duyarlı ve tüketiciyle tasarım arasındaki dengeyi kurabilen tasarımcılarla işbirliği içerisinde. Bu kadar fazla üretimin ve markanın olduğu bir piyasada diğerlerinden sıyrılmanın en samimi yolu olarak da veri, duygu ve yaratıcılığın iç içe geçtiği hikayeler anlatıyor bizlere. Pazarlama adına markaların son yıllarda en çok üzerinde durduğu kavram olarak karşımıza çıkan hikaye anlatıcılığı/ hikayeleştirme/ storytelling akılda kalıcılık açısından da her sektör için bir kurtarıcı oldu diyebiliriz. Kuru pazarlama cümlelerine kıyasla hikaye anlatımı insanlara daha ilginç ve ilgi çekici geliyor ve tüketiciyle organik bağ kurmayı sağlıyor. Burda da markaların ayakta kalabilmesi ve takip edilebilmesi için yapmaları gereken tasarımları dışında da içi dolu bir şeyler anlatabilmek. Tüketiciye bir arkadaş gibi yaklaşıp onu dinlemek, sorunlarını umursamak, ihtiyaçlarını anlamak. Bu kadar fazla üretimin ve markanın olduğu bir piyasada diğerlerinden sıyrılmanın en samimi yolu olarak veri, duygu ve yaratıcılığın iç içe geçtiği hikayeler anlatıyor bizlere. Pazarlama adına markaların son yıllarda en çok üzerinde durduğu kavram olarak karşımıza çıkan hikaye anlatıcılığı/ hikayeleştirme/ storytelling akılda kalıcılık açısından da her sektör için bir kurtarıcı oldu diyebiliriz. Kuru pazarlama cümlelerine kıyasla hikaye anlatımı insanlara daha ilginç ve ilgi çekici geliyor ve tüketiciyle organik bağ kurmayı sağlıyor. Gün geçtikçe reklam dünyasını yönlendiren bir tüketici tablosu çıkıyor karşımıza. Burda da markların ayakta kalabilmesi ve takip edilebilmesi için yapmaları gereken tasarımları dışında da içi dolu bir şeyler anlatabilmek. Tüketiciye bir arkadaş gibi yaklaşıp onu dinlemek, sorunlarını umursamak, ihtiyaçlarını anlamak.
Öteki taraftan olayların arka planında neler olduğunu anlatan, tasarım dünyasının özel hayatına dahil olduğumuz bir dünya var artık. Ürünlerin hazırlık sürecinden, podyuma ya da sokağa nasıl taşındığını anlatan paylaşımların yapılması daha çekici ve daha samimi bir atmosfer oluşturuyor.
Hermes
Gucci
Chanel
Daha önce başarılı olmuş ve saygınlık kazanmış Dior, Balenciaga, Chanel, Balmain gibi eski ve moda endüstrisinde pazarı iyi bilen dev markaların, Karl Lagerfeld, Yves Saint Laurent gibi moda evlerinde asistanlıktan yetişen, genç tasarımcılarla çalışması da bu işin bir parçası haline geldi. Markanın üzerinden devraldığı mirasa saygı duyan tasarımcıların sınırları zorlaması ve dönemin ruhuna hitap etmesi markaların istediği sonuca ulaşmasını sağlamasında etkili oldu.
Chanel-1962
Chanel
Fall/ Winter- 2019/20
Her geçen yıl artan, büyük moda markalarının oluşum hikayesini anlatan filmler ve belgeseller bize moda dünyasının farklı boyutlarını göstermeye başladı. Tasarımcıların yaşam felsefelerini koleksiyonlarına yansıtma biçimleri ve koleksiyonları oluştururken yaşadıkları duygusal süreç herkesin tasarımlarla ve o markayla bağ kurmasını sağladı.
Konuyla ilgili bu zamana kadar yapılmış en iyi filmler arasında sayabileceğim PhantomThread müthiş bir işçilikle karşımıza çıkmıştı. Karakteri oluştururken İspanyol tasarımcı Cristóbal Balenciaga'nın işiyle arasındaki ilişki ve yaşam tarzından ilham alan yönetmen, ayrıca atölyede gerçek terzileri kullandı. İkinci dünya savaşı yıllarında dükkandükkan dolaşıp bulduğu antika bir danteli saklayıp yıllar sonra diktiği bir elbisede kullanması, gerek kumaşlara gerek kendine modellik eden kadınların vücutlarına bir sanat eseriymiş gibi yaklaşması bu sürecin özen ve sabır isteyen bir iş olduğunu gösteriyor bizlere.
Dries Van Noten
Belgesel/ 2017
Versace-American Crime Story Dizi/ 2018
Phantom Tread
Film/ 2017
Yeni Gelenek
Günümüze geldiğimizde ise farklı sektörlerden gelenler de moda eğitimleri almaya, çeşitli denemelerle yaptıkları işlere farklı yorumlar getirmeye ve geleneksel el emeği ürünlere hayat vermeye odaklanıyorlar. Sosyal medyada #visiblemending hareketi ve bazı markaların kurduğu DIY (do it yourself) dikiş atölyeleri ile birlikte tüketiciler aldıkları ürünü nasıl onaracaklarını öğreniyorlar. Eldeki kıyafetleri değerlendirerek böylece hem tüketimi frenliyor, hem kıyafetlerin ömrünü uzatıyor, hem de dikiş dikmeyi eğlenceli bir hale getiriyor. Konuyla ilgili örnek vermem gerekirse 2005 yılında kurulan ve sadece el işi ürünlerin tanıtımına ve satışına olanak sağlayan, yaklaşık 54 milyon üyesiyle Etsy bu tarz işlerle ilgilenen insanlar için güzel paylaşımların olduğu bir platform.
Yakalamaya çalıştığımız özel hissetme arzusu unutulmaya yüz tutmuş sanılsa da günümüze uyarlanmış versiyonlarını hayal etmek, verdiğimiz örnekleri düşündüğümüzde çok da uzak bir fikir gibi durmuyor. Eskisi kadar olmasa da el emeğine bir geri dönüş var. Artık lüks deyince karşımıza gerçeklik, samimiyet ve anlam çıkıyor. Benzersiz olan, yapan kişinin el izini taşıyan ürünler daha kıymetli olma yolunda ilerliyor. Burada kesinlikle ucuz ya da pahalı şeylerden söz etmiyorum. Anlatmak istediğim her şeyin hızlı, herşeyin çok fazla olduğu bu zamanda duygusal bir şeyler bulabilmek, biraz sakinleşmek. Buna hem dünyanın hem insanların ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Biraz çevreye karşı olan sorumluluğumuz buna sebep biraz da duygusal arayışlarımız sanki. En azından giysiler üzerinden bu durumu nasıl kalıcı ve kıymetli hale getirebiliriz, biraz bunun üstünde durup düşünebiliriz.